Fudayl b. İyad :
Evliyânın büyüklerinden.
Künyesi, Ebû Ali’dir. Semerkant’ta Ebyurd kasabasının Ferdin köyünde 107 (m.
726) yılında doğdu. Bâverd’de büyüdü. Kûfe şehrine yerleşip, orada ilim tahsilini
yaptı. Ömrünün sonuna doğru Mekke’ye gelip yerleşti. 187 (m. 803) yılında
Mekke’de vefât etti. Önceleri İslâmiyete uygun olmayan hayatı vardı. Tövbe
etti. Tasavvuf yoluna girdikten sonra, yüksek derecelere kavuşarak olgun bir
veli oldu. İrşâd makamına yükseldi. Bişr-i Hafî’nin ve Sırrî-yi Sekâtî’nin
mürşididir. Allahü teâlâyı tanımakta (ma’rifette), harâmlardan ve şüphelilerden
kaçmada zamanın en önde geleni idi. Kerâmetleri çoktur. Abbasî Halifesi Hârûn
Reşîd’le çok sohbet etti. Ona nasîhatleri ve va’zları meşhûrdur.
(Hicâb-ül-aktâr) kitabı Farsçadır.
Tövbe edenlerin önde
gelenlerinden, cömerdliği ve ihsanı bol olan, harâmlardan ve şüphelilerden
sakınmakta ve Allahü teâlâyı tanımakta emsali az bulunan bir zât idi. Dünyâdan
yüz çevirmiş, tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuşmuş olan Fudayl bin İyâd
(r.a.) nefsinin arzularını hiç yapmazdı.
Tövbe etmesi şöyle
anlatılır: Hz. Fudayl, Merv ve Ebyurd şehirleri arasında önceleri eşkıyalık
yapardı. Sahranın tenha bir yerinde çadırını kurar, eşkıya reisi olduğu için
içerde otururdu. Arkadaşları yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri
malların hepsini getirip, Fudayl bin İyâd’a teslim ederlerdi. O da getirilen
malları dilediği gibi arkadaşlarına taksim ederdi. Eşkıyalık yaptığı halde,
cemâatle namazı terk etmez, namaz kılmıyan hizmetçilerini yanından kovardı.
Birgün büyük bir kervan geldi.
Fudayl bin İyâd’ın
arkadaşları kervanı fark edince, yolunu kesmek üzere hazırlanmağa başladılar.
Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkıyaları fark etti ve “Altınlarımı öyle
bir yere saklıyayım ki, eşkıyalar eşyalarımızı alırsa geriye bunlar kalsın”
düşüncesiyle kervandan ayrılıp uygun bir yer aramağa başladı. Bir çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada,
sırtında abası, başında külahı olan biri namaz kılıyordu. Ona, bir miktar
parası olduğunu ve emânet etmek istediğini bildirdi. Fudayl bin İyâd, çadırın
içine girip bir köşeye bırakıvermesini söyledi. Gelen kimse altınları bırakıp
kervanın yanına dönünce, eşkıyaların kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü.
Orada kalan eşyâlarını da toparlayıp tekrar çadırın yanına döndü. Baktı ki,
eşkıyalar kervandan aldıkları malları paylaşıyorlar. Adam şaşırdı ve “Demek
altınları eşkıyaların reisine vermişim” deyip geri dönmek istedi. Fudayl, adama
niçin geldiğini sordu. Gelen kimse şaşkın vaziyette, “Emânet bıraktığım
altınları almak için gelmiştim” deyince Fudayl, “Bıraktığın yerden al” dedi.
Adam gidip altınlarını alınca diğer eşkıyalar, “Biz hiç para bulamadık, sen ise
bunları geri veriyorsun” dediler. Fudayl: “O bana hüsn-i zan etti. Ben de
Allahü teâlâya hüsn-i zan ediyorum. Ben o kimsenin, benim hakkımdaki iyi
niyyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teâlâ da benim kendisi hakkındaki
hüsn-i zannımı doğru çıkarır” dedi.
Bir gün yine bir kervanı
soydular. Sonra yemek yimek için oturdular. Kervanın sahiblerinden birisi
gelip, “Reisiniz kimdir?” diye sordu. “O, burada değil! Şu ağacın altında namaz
kılıyor” dediler. “Niçin sizinle beraber yemek yemiyor?” deyince, “O oruçludur”
dediler. Gelen adam iyice şaşırdı ve yanına gitti. Huzur içinde namaz kıldığını
gördü. Namaz bitince “Namaz, oruç ve harâmilik bir arada nasıl bulunur?” dedi.
Fudayl bu suâle, “Diğer bir kısım insanlar daha vardır ki, günahlarını itiraf
ederler ve yaptıkları iyi amelleri, sonradan yaptıkları kötü amellerle
karıştırırlar..” (Tevbe sûresi 102) âyet-i kerîmesini okudu. Adam hayret etti.
Fakat niçin tövbe etmiyorsun diyemedi.
Nakledildiğine göre, Fudayl
bin İyâd, yaratılış olarak çok temiz, cömerd ve güzel huylu bir insandı.
Bastıkları kafilede bulunan kadınlara kesinlikle dokunmaz, borçlu olanların ve
sermayesi az olanların, ellerindeki mallarını ve hayvanlarını almazdı.
Bir gün yoldan bir kervan
geçiyordu. Kervanda bulunan bir kişi “İmân edenlere vakti gelmedi mi ki,
kalbleri Allah’ın zikrine ve inen Kur’ân-ı kerîme saygı ile yumuşasın!...
(Hadîd-16) âyet-i kerîmesini okudu. Bu âyet-i kerîme kendisine öyle te’sîr etti
ki, gönlünden yaralandı, içinden “Geldi, geldi. Hattâ geçti bile!” diyerek
kendinden geçmiş bir halde şaşkın ve mahcup olarak bir harabeye sığındı. Bu
sırada kervan yola çıktı. Giderlerken, kervandakiler, “Fudayl yolumuzun
üzerinde bulunuyor. Acaba nasıl gideceğiz?” diye birbirleri ile konuşurlarken,
(Fudayl bin İyâd bu konuşmaları duydu ve “Size müjdeler olsun! Şimdi o,
yaptıklarına pişman olup tövbe etti. Bundan önce, nasıl siz ondan kaçıyor
idiyseniz, bundan sonra da, o sizden kaçmakta, aynı işleri yapmaktan
uzaklaşmakta, sakınmaktadır” diyerek tövbe ettiğini bildirdi. Bundan sonra, her
tarafı gezerek, üzerinde hakkı olanları buldu ve fazlasıyla ödeyerek hepsi ile
helâlleşti. Yalnız Ebyurd şehrinde bir yahûdi hakkını helâl etmiyordu. Hiçbir
teklifi kabul etmiyor, Fudayl bin İyâd’ı zor durumda bırakmak için olmadık
şartlar ileri sürüyordu. Dedi ki, “Eğer hakkımı helâl etmemi istiyorsan, filân
yerde kayalık bir tepe var. O tepeyi kazarak oradan kaldır. Oralar dümdüz
olsun!”
Fudayl bin İyâd hakkını
helâl ettirmek için buna râzı oldu ve kazmaya başladı. Hz. Fudayl’ın bu gayreti
sebebiyle Allahü teâlânın ihsânıyla, bir seher vakti rüzgâr çıktı. Allahü
teâlânın izni ile orayı dümdüz etti. Yahûdi bunu görünce hayretten dona kaldı.
Bu sefer de, “Benden aldığın malımı iade etmedikçe hakkımı helâl etmeyeceğim”
diye yemin etmiştim. Benim yastığımın altında altınlar var. Sana hakkımı helâl
edebilmem için oradan altınları alıp bana vermen lâzım” dedi. Yahûdi yastığın
altında çakıl taşları koymuştu. Hz. Fudayl elini yastığın alana soktu. Allahü
teâlânın izniyle, çakıl taşları altın olmuştu. Bir avuç altını Yahûdiye verdi.
Yahûdi hayret içinde idi. “Sana hakkımı helâl etmeden önce bana İslâm’ı anlat”
dedi.
Hz. Fudayl, “Bu ne hakdır?”
diye sorunca yahûdi şöyle anlattı: “Ben Tevrat’ta okudum ki, “Tövbesinde sâdık
ve samîmi olanın elinde çakıl taşları altın olur.” Aslında yastığın altında
çakıl taşları vardı ve ben seni imtihan etmek için öyle söyledim. Elinde, çakıl
taşlarının altın olduğunu görünce anladım ki, senin dînin hakdır ve tövbende
sâdıksın” dedi ve îmân etti, müslüman oldu.
Hz. Fudayl, yaptıklarına
çok pişman olmuştu. Yanındakilerden birine “Allah rızâsı için beni bağla ve
sultanın huzuruna götür. Benim pek çok cezâlarım vardır. Beni götür ki, Sultan
beni cezalandırsın ve ben de cezamı çekeyim. Böylece hakkımdaki dînî hüküm ne
ise, o yerine getirilmiş olur” dedi. Sultanın yanına gittiler ve durumunu
bildirdiler. Sultan kendisine çok izzet ve ikrâmda bulunarak, evine
götürülmesini emretti. Evinin önüne geldiğinde hâlâ ağlıyordu. Hanımı görüp
“Sana ne oldu? Niçin ağlayıp inliyorsun? Yoksa seni dövdüler mi?” dedi. “Evet,
hem de çok dövdüler” buyurdu. Hanımının merakı daha da artarak “Nerene
vurdular?” deyince “Sultan, yaptıklarımın cezasını vermedi fakat ızdırâbım
canımı yakıyor ve ciğerimi deliyor” dedi. Sonra hanımına “Ben Rabbimin
hanesine, Kâ’be’ye gidip ziyâret etmeye niyet ettim, istersen aramızdaki nikâh
bağını çözüp seni boşayayım.” Hanımı “Allah korusun. Senden nasıl ayrılım. Sen
nereye gidersen ben de seninle beraber gelir, senin hizmetinde bulunurum” dedi.
Sonra ikisi beraberce hac yoluna çıktılar. Allahü teâlâ, yolculuklarını
kolaylaştırdı. Kâ’be’de bazı âlimlerle buluştular. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe
hazretlerinin derslerine katıldı. Ondan ilim öğrendi. Kısa zamanda çok şeyler
öğrendi. Hikmetli sözler söylemeye başladı. Mekkeliler yanına gelir onlara va’z
ve nasîhat verirdi.
Bir gece Hârûn Reşîd,
veziri Fudayl-i Bermekî’ye, “Beni bir kimsenin yanına götür. Kalbim, bu göz
kamaştırıcı şaşalı hayattan sıkıldı. Rahatlık, gönül huzuru arıyorum” dedi.
Veziri onu Süfyân bin Uyeyne’nin evine götürdü. Süfyân kapıyı açıp, “Kim
geldi?” suâline “Emîr-ül-mü’minîn geldi” dediler. “Ne için bana haber
vermediniz. Bilseydim ben huzuruna gelirdim” dedi. Hârûn Reşîd bunu duyunca,
“Benim aradığım kimse bu değildir” dedi. Süfyân bunu duyunca ve “Sizin
aradığınız kimse, Fudayl bin İyâd’dır” dedi. Fudayl’ın kapısına gittiler.
“Günah işleyenler, kendilerini îmân edenlerle bir tutacağımızı mı sanıyorlar?”
âyet-i kerîmesini okuyordu. Hârûn Reşîd, “Nasîhat istersek, bu bize yeter”
dedi. Kapıyı çaldılar. Fudayl “Kim o?” deyince, “Emîr-ül-mü’minîn” dediler.
Bunun üzerine, “Emîr-ül-mü’minînin benim yanımda ne işi var ve benim onunla ne
işim var? Beni meşgul etmeyiniz” dedi. Veziri, “Ulülemîre, (ya’nî halifeye)
itâat vâcibtir...” deyince. Fudayl bin İyâd da, “Beni meşgul etmeyiniz”
buyurdu. Vezir Fudayl-ı Bermekî, “Müsaadenle mi girelim, yoksa zorla mı?” dedi.
“Müsaadem yok, ama Zorla girecekseniz, siz bilirsiniz.” buyurdu. Hârûn Reşîd
içeri girdi. Fudayl, kimsenin yüzünü görmemek için kandili söndürdü. Karanlıkta
Hârûn Reşîd’in eli Fudayl’ın eline değdi. Fudayl: “Bu el ne yumuşaktır,
Cehennemden kurtulursa..” buyurunca Hârûn Reşîd ağladı ve nasîhat olacak bir
söz daha söylemesini istedi. Buyurdu ki:
Senin büyük baban Hz.
Abbas, Peygamber (s.a.v.) efendimizin amcası idi. Peygamberimize, “Beni bir
kavme emir (başkanı yapınız” demişti. Peygamberimiz de, “Ey amcam, seni nefsin
üzerine emir ettim” ya’nî nefsinin Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle meşgul
olması, insanların bin senelik tâatından iyidir, buyurdu. Çünkü, “Bir emîrlik
(başkanlık) kıyâmette pişmanlıktır” buyurmuştur. Hârûn Reşîd “Biraz daha söyle”
dedi. Buyurdu ki: “Ömer bin Abdülazîz’i halife yaptıkları zaman, Sâlim bin
Abdullah, Recâ bin Hayve ve Muhammed bin Ka'bı çağırdı ve “Ben bu işe düştüm,
kurtuluş çârem nedir?” diye sordu. Onlar da, “Yarın kıyâmet gününde azaptan
kurtulmak istiyorsan, müslümanlardan yaşlıları baban yerine koy, gençleri
kardeş kabul eyle, çocukları da kendi çocukların gibi düşün! Kadınları ise kız
kardeşin ve annen kabul eyle Onlara babana, annene, kardeşine ve çocuklarına
yaptığın gibi muamele eyle!” dediler.
Hârûn, “Biraz daha söyle”
dedi. Buyurdu ki: “İslâm ülkesi senin evin gibidir, insanları ev halkın
gibidir.
Babalarına lütufla,
kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle muamele eyle!” buyurdu. Sonra devam ederek
buyurdu ki: “Korkarım şu güzel yüzün ateşle yanar ve çirkinleşir. Güzel
yüzlerden niceleri Cehennemde çirkinleşir ve emirlerden (başkanlardan) niceleri
orada esir olur.” Hârûn, “Biraz daha söyle” dedi ve hüngür hüngür ağlayıp
feryâd etti. Fudayl hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlâdan kork ve O’na ne
cevap vereceğini düşün. Cevaplarını şimdiden hazırla! Çünkü kıyâmet günü,
Allahü teâlâ-sana müslümanların hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adalet
istiyecektir. Eğer bir gece bir ihtiyar kadın, evinde bir şey yemeden yatarsa,
yarın senin eteğine yapışır ve sana hasım (düşman) olur” Hârûn Reşîd,
ağlamaktan kendinden geçti. Veziri Fudayl-i Bermekî, “Ey Fudayl yetişir!
Emîr-ül-mü’minîni
öldüreceksin” dedi. Fudayl hazretleri buyurdu ki: “Sus, ey Hâmân! Onu sen ve
kavmin helâk eylediniz, ben değil” Bu söz Hârûn’un ağlamasını arttırdı ve
Bermekî’ye “Sana Hâmân demesi, beni Firavun yerine koyduğundandır.” dedi.
Sonra Hârûn Reşîd, Fudayl
bin İyâd’a, “Birisine borcun var mıdır?” dedi. “Evet, Allahü teâlâya borcum var.
O da itâattir, huzuruna böyle borçlu çıkarsam vay hâlime.” buyurdu. Hârûn
Reşîd, “İnsanlara borcun var mı demek istiyorum” dedi. “Allahü teâlâya şükür
olsun ki, bana çok ni’metler verdi, hiç şikâyetim yoktur” buyurdu. Bunun
üzerine Hârûn, onun önüne 1000 (bin; altın koyup “Bunlar helâldir. Annemin
mîrâsındandır” dedi. Fudayl buyurdu ki: “Bütün bu nasîhatlerimin sana hiç
faydası olmadı.” Bunu söyledi ve yanından kalktı ve gitti. Hârûn Reşîd de çıkıp
gitti. İsmi anıldığında, “Ah! Ne insandır o! Hakîkaten mert kimsedir.” dedi.
Bir gün küçük çocuğunu
kucağına aldı, okşayıp bağrına bastı. Çocuk dedi ki: “Babacığım beni seviyor
musun?” Fudayl (r.a.) “Evet” dedi. Çocuk “Peki Allahü teâlâyı seviyor musun?”
dedi.
Hz. Fudayl “Tabiî
seviyorum” dedi. Çocuk “Peki kaç tane kalbin var?” dedi. Fudayl “Bir tane”
deyince çocuk dedi ki: “Ey babacığım! Bir kalbe iki sevgiyi nasıl
sığdırabiliyorsun?” Hz. Fudayl, küçük çocuğun bu derin ma’nalı sözleri, kendi
kendine söylemediğini, Allahü teâlânın söyletdiğini anlıyarak yavrusunu
kucağından bırakarak eliyle başını dövmeye başladı ve bundan sonra her an
Allahü teâlâ ile meşgul olacağına söz verdi. Oğluna da “Ey oğlum sen ne güzel
vâ’izsin” deyip bağrına bastı ve “Seni hakîki sevgilinin izni ve emri ile
seviyordum” buyurdu.
Birgün Arafat meydanında
insanları seyrediyordu. Müslümanlar feryâd ediyorlar, Allahü teâlâya yalvarıp,
inliyorlardı. Bunları bir müddet seyrettikten sonra ”Sübhânallah. Şu kadar
insan, kerîm olan bir zâtın kapısına gitse, bu şekilde yalvararak bir dânik (0,
801 gr.) ya’nî çok az altın isteseler, o zât bu insanları ümidsiz ve eli boş
geri çevirmez. Yâ Rabbi, Sen kerîm ve gaffarsın. Bu insanların hepsini
affetmen, kerîm olan ganî olan bir zâtın bir dânik altın vermesinden daha
kolaydır. Yâ Rabbi! Senin ihsanların o kadar çoktur ki, bu insanların hepsini
affetsen, senin ihsanından hiçbir şey eksilmez.” dedi. Fudayl bin İyâd bunu
söyledikten sonra, gâibten bir ses, “Ey Fudayl senin bu hüsn-i zannın hürmetine
hepsini affettim” diyordu.
Fudayl bin İyâd hazretlerinin
oğlu Ali, Kur’ân-ı kerîmden bir sûreyi sonuna kadar okuyamaz ve dinliyemezdi.
Biraz okuyunca veya dinleyince âyet-i kerîmelerin te’sîri ile düşüp bayılırdı.
Sonuna kadar tahammül edemezdi. Bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerine bir kâri
(Kur’ân-ı kerîm okuyan) geldi. Onu oğlunun yanına gönderdi ve buyurdu ki:
“Oğluma Kur’ân-ı kerîm oku. Dinlemekten çok hoşlanır. “Zilzâl” ve “El-Kâria”
sûrelerini okuma, çünkü kıyâmet sözünü dinlemeye tahammül edemez, takat
getiremez.” O kâri gitti. Kazara, el-Kâria sûresini okudu. Dördüncü âyet-i
kerîmeye gelince Hz. Fudayl’ın oğlu Ali, “Allah!...” deyip düştü. Baktılar ki
ruhunu teslim etmişti. Fudayl bin İyâd, oğlu vefât edince tebessüm etti.
Halbuki otuz yıldır hiç gülmemişti. “Ey Fudayl! Bu gün gülünecek gün müdür?” diye
sordular. Bunlara cevab olarak buyurdu ki: “Ben şu anda, Peygamber efendimizin
de tatmış olduğu evlâdın ölümü acısını tatmış bulunuyorum. Anladım ki, Allahü
teâlâ evlâdımın ölümüne razıdır. Madem ki oğlumun ölümünde Allahü teâlânın
rızâsı vardır. Ben de Allahü teâlânın rızâsına râzı oldum. Onun için güldüm.”
Birgün Mira dağlarından bir
tepenin üzerinde bulunuyordu. Buyurdu ki, “Allahü teâlânın evliyâsından bir
velî şu dağa, sallan dese, dağ derhal sallanır’ Fudayl hazretleri böyle söyler
söylemez, dağ sallanmaya başladı. Hz. Fudayl dağa, “Sakin ol, ben bu sözümle
seni kastetmedim” dedi ve dağ sâkinleşti. Bir gün oğlu birine bir altın
verecekti. Vereceği altının nakışında bazı kirler vardı. Ve bunu temizlemek
için altını ateşle kızdırıyordu. Bunu görünce oğluna buyurdu ki: “Ey oğlum,
yaptığın işdeki bu dürüstlük senin için on nafile hac sevabına bedeldir” Bir
gün oğlu, idrarını yapamadı. Fudayl (r.a.) “Yâ Rabbi sana olan muhabbetim
hürmetine oğlumun şu acıdan kurtulmasını nasîb eyle” diye yalvardı. Oğlu hemen
şifâ buldu.
Fudayl biri İyâd’ın (r.a.)
iki kızı vardı. Vefâtı yaklaşınca hanımına şöyle vasıyyet etti. “Vefâtımdan
sonra iki kızımı al ve Ebû Kubeys tepesine çık. Ellerini açarak şöyle niyazda
bulun: “Yâ Rabbi! Fudayl bana vasiyyetinde dedi ki: Ben hayatta iken bu iki
emânete gücümün yettiği kadar baktım. Ama ben ölüp de kabre girdikten sonra bu
emânetleri sana iade ettim.” Fudayl bin İyâd (r.a.) vefât edip, defn işleri
tamamlandıktan sonra, hanımı vasiyyeti yerine getirmek üzere bildirilen yere
kızlarını götürdü ve bildirildiği gibi duâ edip çok ağladı. Bu sırada Yemen
hükümdarı, yanında iki delikanlı oğlu ile beraber oradan geçiyordu. Hanımların
ağlayıp sızladıklarını görünce yanlarına gidip “Bu hâl nedir?” diye sordu.
Hanım hâdiseyi anlatınca, Yemen hükümdarı dedi ki; “Bu kızları, her biri için
bin altın mehir ile oğullarıma nikâhlıyalım” dedi. Fudayl bin İyâd’ın (r.a.)
hanımı “razıyım” dedi. Kızların ve oğulların da rızâsı alındı.
Hep beraber Yemen’e
gittiler. İleri gelenler toplandı ve nikâhları kıyıldı, düğün yapıldı.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden ba’zıları: “İnsanlara merhamet etmeyene Allahü teâlâ merhamet
etmez.”“Kabir azabından, dirilerin ve ölülerin fitnelerinden ve Deccal’ın
fitnesinden Allahü teâlâya sığınınız.” “Kim bir müslümanın ayıbını örterse,
Allahü teâlâ da onun dünyâda ve âhırette ayıbını örter. Kim bir müslüman
kardeşinin sıkıntısını giderip sevindirirse, Allahü teâlâ da onu dünyâ ve
âhırette sevindirir. Allahü teâlâ; kul, müslüman kardeşine yardım ettikçe onun
yardımcısıdır.” “Müslümanın müslümana üç günden fazla dargın durması helâl
değildir. Kim üç günden fazla dargın durur ve bu hâlde ölürse Cehenneme girer.”
“Kim aç bir müslümanı doyurursa Allahü teâlâ da onu Cennet meyveleri ile
doyurur.” “Vasiyet etmeyi istediği bir şeyi olan müslüman bir adamın, bu
vasiyeti yazmadan iki geceden fazla gecelemesine hakkı yoktur.”
Fudayl bin İyâd
hazretlerinin hikmetli ve ibret dolu güzel sözleri çoktur. Bunlardan birkaçı
şöyledir; “Bid’at söyleyenleri ve yapanları sevenlerin ibâdetlerini, Allahü
teâlâ kabul etmez ve kalblerinden îmânlarını çıkarır. Bid’at sahibini
sevmeyenin ibâdeti az olsa da, Allahü teâlânın bunu af edeceğini ümit ederim.
Yolda bid’at sahibine karşı gelirsen, yolunu değiştir.”
Allahü teâlâya isyan
ettiğimi, bir günah işlediğimi, hayvanımın ve hizmetçilerimin bana karşı
davranışlarından anlarım.”
“Duâmın kabul olacağını
bilsem, yalnız devlet başkanı için duâ ederdim. Çünkü, devlet başkanı iyi
olursa, şehirler ve insanlar kötülüklerden ve belâlardan emin olur. “İnsanın, yanında
bulunanlarla tatlı tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlâk ile davranması,
geceleri sabaha kadar ibâdet ile, gündüzleri hep oruçlu geçirmesinden
hayırlıdır.”
“Beş şey bedbahtlık
alâmetidir: Kalb katılığı, ağlamamak, utanmamak, dünyâya fazla rağbet etmek,
uzun emelli olmak.”
“Allah korkusu, dilin
lüzumsuz şey söylemesine mâni olur. Allahü teâlâdan korkanın dili söylemez
olur.”
“Allahü teâlâdan korkandan,
her şey korkar olur. Allahtan korkmayan, her şeyden korkar.”
“Tevekkül, Allahü teâlâdan başkasına
güvenmemek ve O’ndan başkasından korkmamaktır.”
“Akıllılarla kavga etmek,
akılsızlarla oturup tatlı yemekten kolaydır.”
“Bir kimsenin kalbine Allah
korkusu yerleşti mi, dilinde işe yaramaz bir söz bulunmaz. Bu korku dünyâ
sevgisini ve arzusunu yakar, dünyâya rağbet etme hâlini gönülden dışarı atar.”
Fudayl hazretlerine
sormuşlar: “Neden Allahtan korkanı göremiyoruz?” Buyurmuş ki: “Şayet siz
korksaydınız, korkanı görürdünüz. Korkanı korkanlardan başkası göremez. Nitekim
evlâdını kaybeden anne, evlâdı ölen bir anne görmek ister. Ya’nî dertlinin
hâlinden, dertli anlar. Derdi olmayan, dertliyi nereden bilecek?”
“Helâldir, herhangi bir
hesabı da yoktur, demek şartıyla bütün dünyâyı bana verseler, yine de sizlerin
murdar bir leşi pis saydığınız gibi, onu pis sayardım.”
“Amellerin en iyisi, en
gizli yapılanıdır. Şeytandan en fazla korunulmuşu da riyadan uzak olanıdır.”
“Âhıret âliminin arkasından gidin, dünyâ âlimi ile oturmaktan sakınınız, çünkü
o gururu ve süsüyle sizi fitneye sokar. Onun da’vâsı amelsiz ilim ve
samimiyetsiz ameldir.”
“Kim, din kardeşi için
diliyle sevgi ve hulûs gösterir de içinden ona düşmanlık ve kin beslerse Allah
ona la’net eder, dilsiz yapar ve kalb gözünü körletir.”
“Rızâ hâlindeki kişinin
dostluğuna inanmam, kızdırdığım bu kişinin gazab hâlindeki dostluğuna
inanırım.” “Hakka boyun eğ, hakkı takip et, kim söylerse söylesin hakkı kabul
et.”
“Her şeyin bir zekâtı
vardır. Aklın zekâtı da uzun uzadıya hüzünlenmek (ve derin düşünmektir). Bu
yüzdendir ki, Resûlullahın (s.a.v.) hüznü aralıksız ve kesintisizdi.”
“Fâsıkın yüzüne gülen bir
kimse, müslümanlığı tahrip etmek için çabalamıştır.”
“Her kim bir binek ve yük
hayvanına “La’net olsun” derse, o hayvan (hâl diliyle) der ki: “Âmin, lâkin
yüce Allaha hangimiz daha fazla âsi ise, la’net onun üzerine olsun!”
“Yüce Allahı seviyor
musun?” diye sana sorsalar, sükût et. Zîrâ, eğer (hayır) dersen kâfir olursun.
(Evet) dersen, hareketlerin O’nu sevenlerin hareketlerine benzememektedir. Onun
için sahtekâr olursun.” Yahyâ bin Muaz (r.a.) diyor ki: “Bu insanlar ne
tuhaftır! Aralarında bir mü’min, zengin olmuşsa onu övüyorlar, fakîr düşmüşse
onu hakir görüyorlar.” Fudayl bin İyâd’ın yanında bir adamdan sitayişle
bahsettiler. Dediler ki: “O zât, ağzına helva almaz!” Fudayl onlara dedi ki:
“Helva yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabasını gözetip
gözetmediğine, öfkesini yenip yenmediğine, komşularına, dul kalmış kadınlara ve
yetimlere karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kardeşlerine ve arkadaşlarına
karşı huy ve edebi nedir? işte hükmünü verirken asıl bunlara dikkat edin!”
Fudayl bin İyâd (r.a.) der
ki: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allahın azametinden kalbleri parça parça
olur, sonra biter; yine paralanıp tekrar biter. Ve bu hâl yaşadıkları müddetçe
devam eder. Kulun, azameti ilâhiye karşısındaki korku ve saygısı, ilâhi
ma’rifetten nasîbi miktarında olur!”
“Üç şey kalbi öldürür.
Bunlar 1- Çok yemek, 2- Çok uyumak, 3- Çok konuşmak.”
“Bugün yumuşak elbiselere, lezzetli
ve nefis yemeklere fazla rağbet etmeyiniz. Zîrâ yarın ne giyecekleri ne de bu
yemekleri bulamayacaksınız.”
Kaynaklar:
---------------
1) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1007
2) Keşf-ül-mahcûb sh-220
(Urdu tercümesi)
3) Risâle-i Kuseyrî sh-52, 57,
58, 59, 298
4) Nefehât-ül-üns sh-91
5) Tabakât-ül-kübrâ cild-1,
sh-68
6) Tezkiret-ül-evliyâ sh-56
7) Eshâb-ı Kirâm sh-340
8) Câmim kerâmât-il evliyâ
cild-2, sh-235
9) El-A’lâm cild-5, sh-153
10) Tabakât-üs-sûfiyye sh-6
11) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-245
12) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-8, sh-294
13) Hilyet-ül-evliyâ
cild-8, sh-84
14) Vefeyât-ul-a’yân
cild-4, sh-47
15) El-Cevâhir-ul-mudiyye
cild-1, sh-409
16) Mîzân-ul-i’tidâl
cild-3, sh-361
17) Şezerât-üz-zeheb
cild-1, sh-316
18) Sıfat-üs-safve cild-2,
sh-134
19) Mir’ât-ul-cinân cild-1,
sh-415
20) Târîh-i Dımaşk cild-24,
sh-38
21) Rehber Ansiklopedisi
cild-6, sh-93, 94